İç Savaş, Amerika Birleşik Devletleri’nin çökme noktasına geldiği yakın bir gelecekte geçiyor. Bazı eyaletler, federal hükûmete başkaldırarak Batı Güçleri adında bir silahlı ittifak kuruyor. Bu güçler, başkente doğru ilerleyip büyük bir savaş çıkartmak üzere. Ülkedeki karmaşa arttıkça, bu olayı kayda geçirmek isteyen gazeteciler de çok çalışıyor. Lee adında deneyimli bir savaş fotoğrafcısı ise bu hikayenin merkezinde yer alıyor.
Lee, dünyanın dört bir yanında savaşın şiddetini fotoğraflayarak tanınmış bir foto muhabiridir. Ancak bu kez işçi sadece bir savaşın fotoğrafını çekmek değil, bir ulusun kader anına tanıklık etmektir. Yanında ise Jessie adında genç ve heyecan dolu bir fotoğrafcı bulunuyor. Jessie, Lee'nin öğrencisi ve özellikle bu kriz ortamında büyük bir gazeteci olmak için hırslı. Lee, Jessie ve küçük gazeteci grubuyla birlikte, son bir fırsat peşinde Beyaz Saray'a giderler. Amaçları, başkanla son bir röportaj yapabilmek ve tarihin bu çok önemli anını belgeleyebilmektir.
Lee ve ekibi, şişkin gerilim ve korkunun gölgelediği sokaklardan ilerlerken, neyle karşılaşacakları konusunda hiçbir fikirleri yoktur. Her an bir çatışma çıkabilir, tehlikeler her köşede pusuya yatmış olabilir. Lee, Jessie’nin heyecanını dizginleyip onu tehlikelerden korumaya çalışırken aynı zamanda özverili gazeteciliğin önemini de aktarmak ister. Bu yolculuk, sadece savaşı belgelemekle kalmayıp, Jessie ve Lee için köklü bir dönüşüm sürecine dönüşür. Vatanseverlik, cesaret ve gerçeği anlatma sorumluluğu, Lee ve Jessie'nin önünde uzanan bu tehlikeli yolda en büyük rehberleri olur. Bu hikaye, savaşın yıkıcılığı kadar, cesaretin ve gazeteciliğin de ne kadar değerli olduğunu anlatıyor.
