Dizi Arşivi

Yılmaz, İlkkan ve Ersoy, birbirleriyle didişmeyi seven üç yakın arkadaş. Onların hikâyesi, sıradan hayatlarında yaşadıkları komik ve garip olaylarla dolu. Bu üçlü, hıçbir zaman basit ya da normal şeyler yaşayamaz; her şey mutlaka karmakarışık bir hale gelir. Ufacık bir meseleyi alıp devasa bir soruna dönüştürmek, onların uzmanlık alanı gibidir. Yılmaz biraz fevri, İlkkan biraz takıntılı, Ersoy ise her zaman çözüm üretmeye çalışan kişiliktir. Bu farklılıkları, çözümden çok sorun getiren olaylara kapılmalarına neden olur. Birbirine uymayan üç arkadaş, bazen gereksiz yere gösterişli bir kavgaya tutşuyor, bazen de küçük bir anı büyütüp bütün mahalleye rezil olabiliyorlar. Her gün çözülebilecek basit meseleler, bu üçlü için kaçınılmaz olarak büyüyüp devasa bir drama dönüşüyor. Yanılışlıkları, talihsizlikleri ve kafa karışıklıkları, onlara her gün yeni bir macera olarak geri dönüyor. Bir nevi herkesin başına gelebilecek küçük aksilikleri, o kadar büyütüyorlar ki, izleyenler "Ben olsam bu kadar büyütmezdim," demekten kendini alamıyor. İşte Gibi dizisi bu ücün hayatından kesitler sunuyor. Birbirine uymayan ama birbirini bırakamayan bu üç arkadaşın, komik, tuhaf ve bazen de biraz sinir bozucu hikâyelerini izlerken, izleyiciler kendilerini bu küçük aksiliklerin ortasında buluyor. Onlar çözülmesi çok basit olan durumları büyütüp işin içinden çıkılmaz hale getirirken, seyirciler de gülmekten kendini alamıyor. Günlük hayatınızda karşılaştığınız küçük tatsızlıkları büyütmeden, bu üçlüden ders çıkarmak elinizde! İşte Yılmaz, İlkkan ve Ersoy'un hikâyesi tam da bunu anlatıyor; basit yaşamların aslında ne kadar karmaşık hale gelebileceğini ve bu karmaşadan çıkarken yaşadığımız komik anları... Gözlerinizi bu üçlünün üzerinden ayıramayacaksınız, çünkü onlar her an yeni bir karmaşaya adım atabilirler!

The Penguin, Gotham şehri’nde büyük kaosun ve suçun ortasında yükselen ilginç bir karakteri konu alır. Oswald Chesterfield Cobblepot, çocukluğundan beri hep farklı hisseder ve büyüdükçe bu farklılık onu kötü bir yola sürükler. Ona “Penguen” lakabını takarlar; çünkü kendine has bir yürüyüşü ve tuhaf giyim tarzı vardır. Gotham şehri, suç ve tehlikeyle doludur, bu da onu Oswald için ideal bir yer haline getirir. Görünüşen zararsız biri gibi dursa da içinde büyük bir hırs barındırır. Oswald, suç dünyasında yükselmek için gün geçtikçe daha cesur adımlar atar. Kimse ondan böyle büyük bir plan beklemez ama o, beklenmedik anda zeki ve kurnaz hamleleriyle şaşırtır. En önemli hedefi, Gotham’ın yeraltı suç dünyasının en tepesine çıkmaktır. Ancak bu, elbette kolay olmaz. Onun önünde pek çok rakip ve tehlikeli engel vardır. Ama o, vazgeçmeden her güçlüğü aşar. Penguen, büyük suç patronlarından ders alırken kendi zekası ve yetenekleriyle de fark yaratır. Zamanla kendine bir ekip kurar ve her gün daha da güçlenir. Arkasında her zaman karanlık ama sadık insanlar olur. Oswald’ın en çok sevdiği şeylerden biri, rakiplerinin onu küçümsemesi ve bu yanılgıyı avantaja çevirerek herkesi şaşırtmasıdır. Bir suç lordu olma yolunda yürürken, Gotham’ın karanlık sokaklarında bir efsane haline gelir. Onun hikayesi, hırs, zekâ ve kurnazlıkla doludur. Penguin, en çok da beklenmeyeni yaparak, bütün Gotham’a adını duyurur. O, Gotham şehrinin yeraltının krallarından biri olma hayalini gerçekleştirirken, izleyicilere büyük bir macera sunar. Penguin’in bu yolculuğu, her yaştan izleyici için hem heyecanlı hem de ders verici bir hikaye haline gelir.

The Boys, süper kahramanların biraz farklı olduğu, oldukça tehlikeli bir dünyada geçiyor. Bu dünyada kahramanlar, genellikle güçlerini ve ünlerini koruyup insanlara yardım etmek yerine, kendileri için kullanıyor. Kahramanların göründüğü kadar masum olmadığını fark eden bir grup sıradan insan, bu duruma "dur" demeye karar veriyor. İşte bu cesur grup, kendilerini "The Boys" olarak adlandırıyor ve süper güçlülerin yanlışlarını ortaya çıkarmak için tehlikeli bir yola giriyor. Onlar için bu, sadece zorlu değil, aynı zamanda oldukça riskli bir macera. The Boys, süper kahramanların sahte kahramanlıklarının ardındaki gerçekleri ve masumların nasıl zarar gördüğünü ortaya koymaya çalışıyor. The Boys'un lideri Billy Butcher, oldukça zeki ve plan yapma konusunda başarılı biri. Billy, annesini kaybetmiş olan Hughie'yi de bu ekibe katıyor. Hughie, başlangıçta biraz korkak olsa da, zamanla korkularını yenmeyi ve adalet için savaşmayı öğreniyor. Tabii, bu süreçte dostluklar kuruluyor, zor kararlar alınıyor ve kahramanları alt etmek için birçok farklı plan devreye sokuluyor. The Boys'un amacı, gücü elinde bulunduran, kibirli ve ahlaksız süper kahramanları yok etmek. Bu kahramanlar, normal insanları umursamıyor ve genellikle kendi çıkarları için tehlikeli durumlar yaratıyor. Ama The Boys, onların karanlık sırlarını açığa çıkarmak için ellerinden geleni yapıyor. Bu sırada bir yandan kahramanları alt etmeye çalışırken, diğer yandan kendi aralarındaki bağları da güçlendirmeye çabalıyorlar. Bu dizi, süper kahramanların da aslında zayıf yönleri olduğunu ve onları sadece iyilikle değil, bazen zekâ ve cesaretle yenmek gerektiğini anlatıyor. The Boys'un hikâyesi, aksiyon dolu, sürükleyici ve eğlenceli olduğu kadar da düşündürücü. Kendilerini güçsüz hissedenler bile doğru zamanda doğru şeyi yaparak büyük değişiklikler yaratabilir. İşte bu yüzden, The Boys izleyicilere cesaretin bazen en büyük güç olduğunu hatırlatıyor.

Dünya artık eskisi gibi değil! İnsanlar, mantar kaynaklı bir enfeksiyon yüzünden birbirine düşman. Bu tehlikeli ortamda, Joel adında sert mizaçlı bir adam ile genç Ellie hayatta kalmaya çalışıyor. Yirmi yıl önce başlayan bu kabus, insanların günlük yaşamını altüst etti. Ama Joel, sıradan biri değil. Ellie ise sadece bir çocuk gibi görünse de, içinde büyük bir güç barındırıyor. Şimdi, Joel ve Ellie'yi zor bir görev bekliyor: Enfeksiyona karşı bir umut yaratmak. İşte bu, onları karanlık ve tehlikeli bir yolculuğa çıkarıyor. Yol boyunca pek çok farklı tehlikeyle karşılaşıyorlar. İnsanlar değişmiş, güvenmek neredeyse imkânsız hale gelmiş. Ancak Joel ve Ellie, birbirlerine bağlı kalarak ilerliyorlar. Her adımda, tehlikeler artıyor. Ama bir yandan da umutları çoğalıyor. Çünkü Ellie'nin sahip olduğu özel yetenek, bu hastalığa karşı bir anahtar olabilir. Tabii, işler hiç kolay değil. Düşmanlar sadece enfekte olmuş insanlardan ibaret değil; insanlar da tehlikeli olabilir. Bu nedenle Joel ve Ellie, sık sık akıllarını kullanarak tehlikelerden kaçmak zorunda kalıyorlar. Bu yolculuk sadece onları değil, izleyenleri de değiştiriyor. Her adımda, Joel ve Ellie’nin hayatta kalma azmi izleyenleri derinden etkiliyor. Onların birbirine olan bağlılığı ve hayatta kalma mücadelesi, dünyanın dört bir yanındaki insanlara ilham veriyor. Düşmanlarla savaşmak zorunda kalsalar da, her zorluk onları daha da güçlendiriyor. Ve her adımda, bu ikiliye hayranlık duymamak elde değil! İşte, The Last of Us dizisi tam olarak bu hikayeyi anlatıyor. İnsanların birbirine olan bağlılığı, karanlık zamanlarda bile umut ışığı olabiliyor. Joel ve Ellie’nin bu etkileyici macerası, izleyenleri hem duygulandırıyor hem de düşündürüyor.

Shōgun dizisi, Japonya'nın uzak bir köşesinde, 1600 yılında başlayan heyecan dolu bir macera anlatır. O zamanlarda Japonya, sırlarla dolu ve çoğu insan için keşfedilmemiş bir yerdi. Hikayemizin merkezinde, Lord Yoshii Toranaga adında güçlü bir lider var. Toranaga, ülkenin geleceği için önemli kararlar almak zorundayken, Naipler Konseyi'ndeki düşmanlarının tehdidiyle karşı karşıya gelir. Bu karmaşık ortamda, ona karşı olan güçler bir araya gelerek üstün gelmeye çalışır. Bir gün, yakınlarında bulunan balıkçı bir köyünde, gizemli bir Avrupa gemisi karaya oturur. O dönemde Japonya, yabancılara karşı oldukça kapalı bir ülkedir, bu nedenle bu geminin gelişi büyük bir şaşkınlık ve merak uyandırır. Toranaga, bu geminin ve içindeki yabancıların ülkesine ne getirdiğini öğrenmek zorundadır, çünkü bu durum, ülkesinin geleceğini ve kendi kaderini de etkileyebilir. Belki de bu yabancılar, Toranaga’nın düşmanlarına karşı kullanabileceği yeni bir fırsat sunabilir. İşte bu noktada, Japonya'nın güzel manzaraları ve samurayların onur dolu dünyası içinde Toranaga'nın verdiği savaşa tanıklık ederiz. Bu yabancı gemisinin gelişi, tüm dengeyi değiştirir; bazen korku, bazen umut getirir. Toranaga, hem kendi halkının hem de yeni gelenlerin iç dünyasını anlamaya çalışırken, samurayların değerlerine ve Japonya'nın geleneklerine sadık kalmaya çalışır. Her adımda, hem yeni düşmanlarını alt etmek hem de kendini ve ülkesini korumak için zekice planlar yapar. Bu hikaye, dostlukların, ihanetlerin ve Japonya'nın efsanevi samuray ruhunun anlatıldığı nefes kesici bir serüven sunar. Toranaga'nın bu zorlayıcı savaşı, izleyenlere cesaretin ve azmin ne kadar gücülü olabileceğini gösterir.

Fallout, kıyametin ardından tam 200 yıl geçtikten sonra başlıyor! Dünyanın yüzeyi, devasa patlamalar ve yıkım sonrası neredeyse tanınmayacak bir hale gelmiş. Ancak yeraltındaki lüks nükleer sığınaklarda yaşayanlar için her şey bu kadar korkutucu değildi. Onlar güven içinde, dış dünyanın tehlikelerinden uzak, adeta kendi mini dünyalarında yaşıyorlardı. Fakat artık sığınaklarının rahatlığı geride kalmak zorunda. Kendilerini yüzeyde bekleyen tehlikelerle yüzleşmek için yeryüzüne çıkmaları gerekiyor. Hadi ama, bu biraz da cesaret meselesi! Sığınaktan çıktıklarında ise bambaşka bir gerçeklikle karşılaşıyorlar. İlk başta gözlerine inanamıyorlar! Toprak neredeyse kupkuru, her yer farklı yaratıklarla dolu, nehirler ise kirlenmiş. Eskiden bildikleri dünya, adeta bir kabusa dönüşmüş. Çıkanlar, hayatta kalmak için alışkanlıklarını hızla değiştirmek zorunda kalıyor. Eski kuralların burada hiçbir işe yaramadığını çok geçmeden anlıyorlar. Bu yeni dünyada, vahşi yaşamın kuralları geçerli. Yani güçlü olan hayatta kalıyor! Zor ve karmaşık, fakat aynı zamanda tuhaf güzelliklerle dolu. Bir yandan yeni tehlikelerle yüzleşirken, bir yandan da yeni dostluklar kuruluyor. Bazıları beklenmedik, bazıları ise son derece güvenilir. İyi ya da kötü, her an bir sürprizle karşılaşabilirsiniz. Fallout, eski dünyayla bağlarını koparmış bu insanların yeniden bir topluluk olma, hayatta kalma ve geleceği kurma çabasını anlatıyor. Tüm bu macera boyunca cesaretin, dostluğun ve bazen de umutsuzluğun nasıl insanları bir araya getirdiğini görüyorsunuz. Fallout, karmaşık ama bir o kadar da etkileyici bir dünyayı keşfetmeye davet ediyor. Yüzeye çıkmak zor ama, belki de asıl macera orada başlıyor, kim bilir? Öyle ya, hayatta kalmak, biraz da risk almak demek değil mi?

Ayak İşleri dizisi, birbirinden oldukça farklı iki karakterin bir araya gelerek zengin bir iş adamının aşırı önemli işlerini yapmaya çalışmasını konu alır. Bu iki karakterden biri Vedat, diğeri ise Evren'dir. Vedat, görev odaklı ve duygularını geri planda tutan bir kişiliğe sahipken, Evren ise felsefe eğitimi almış ve olaylara sorgulayıcı gözle bakan bir yapıya sahiptir. Vedat, işlerin bir an önce yapılması gerektiğine inanır. Onun için görev, ne kadar zor veya tehlikeli olursa olsun sorgulanmadan yerine getirilmelidir. Evren ise sürekli olarak doğru olanı yapmaya çalışır, her adımını düşünür ve sorgular. Bu sebeple ikili, sık sık birbirleriyle çatışma yaşar. Vedat ve Evren, birbirlerinden ne kadar farklı olsalar da bu uyumsuzlukları, diziyi izleyenler için oldukça eğlenceli hale getirir. Her bölümde başka bir ayak işi ile uğraşan bu ikili, komik ve heyecan dolu olaylar yaşar. Vedat'ın görev adamı tutumu ile Evren'in sorgulayıcı ve politik doğrucu yaklaşımı arasındaki zıtlık, izleyicilere hem eğlenceli hem de düşündürücü anlar sunar. Zengin iş adamının verdiği görevlerin çoğu, aşırı önemli gibi gözükse de aslında oldukça sıradan ve basit işlerdir. Fakat bu işler bile Vedat ve Evren'in gözünde büyük maceralara dönüşür. Her yeni bölümde, ikilinin karıştığı olaylar izleyicileri hem güldürür hem de onların empati yapmasını sağlar. Ayak İşleri dizisinin en dikkat çeken yönlerinden biri, Vedat ve Evren'in yalnızca dış dünyadaki zorluklarla değil, kendi iç dünyalarındaki çatışmalarla da mücadele etmeleridir. Vedat, kurallara bağlı ve emirleri yerine getirmekten başka bir şey düşünmeyen bir yapıya sahiptir. Bu yüzden, olaylara Evren gibi derinlemesine bakmak onun için oldukça zordur. Evren ise hayatı ve insanları anlamaya çalışan, her kararını sorgulayan bir felsefe mezunudur. Bu iki zıt karakter, sürekli olarak birbirlerini değiştirmeye çalışırlar. Vedat, Evren'in gereksiz sorgulamalarını ve politik doğruculuğunu anlamsız bulurken, Evren ise Vedat'ın sorgusuzca iş yapma anlayışını eleştirir. Dizi boyunca Vedat ve Evren, farklı görevlerle başka başka maceralara atılırlar. Ancak bu görevler sırasında birbirleriyle çatışmaları, aslında gerçek bir dostluk kurduklarının da göstergesidir. Her ne kadar birbirlerini anlamakta güçlük çekseler de zor durumlarda birbirlerinin yanında olurlar. Vedat'ın sert ve kuralcı tutumu, Evren'in ise duygusal ve sorgulayıcı yapısı, onları zamanla birbirine yakınlaştırır. Bu çatışmalar, izleyicilere hem güldüren hem de düşündüren sahneler sunar. Vedat ve Evren'in çatışmaları, bazen fiziksel, bazen de zihinsel olur. Ama her seferinde, görev ne olursa olsun birlikte hareket etmeyi başarırlar. Dizinin bölümlerinde, Vedat ve Evren'in yaşadıkları olaylar ve girdikleri durumlar bazen absürt bir hal alır. Vedat'ın gözünü kırpmadan iş yapma isteği ve Evren'in her şeye anlam yükleme çabası, bu absürtlüğü daha da eğlenceli hale getirir. Ayak İşleri dizisi, aslında bir yandan toplumdaki farklı düşünce yapılarının bir arada nasıl var olabileceğini gösterirken, diğer yandan da bu farklılıkların nasıl uyumsuzluklara ve komik anlara yol açabileceğini gözler önüne serer. Vedat ve Evren'in birbirlerini anlamaya çalışırken yaşadıkları zorluklar ve sonunda geldikleri nokta, izleyicilere insan ilişkileri konusunda da bazı mesajlar verir. Ayak İşleri, her yaştan izleyicinin keyifle izleyebileceği bir dizi olarak karşımıza çıkıyor. Vedat ve Evren'in ayak işleri maceraları, izleyicilere hem güldürüyor hem de düşündürüyor. Dizi, komedi ile dramayı, absürtlük ile gerçekçiliği harmanlayarak izleyenlere farklı bir deneyim sunuyor. Vedat ve Evren'in maceraları, yalnızca zengin iş adamının verdiği görevlerle sınırlı kalmıyor, aynı zamanda onların birbirleriyle olan ilişkilerinde ve kendi içsel yolculuklarında da devam ediyor. Bu yüzden, her bölüm yeni bir macera olduğu kadar, aynı zamanda Vedat ve Evren için yeni bir öğrenme süreci oluyor. Dizi izleyicilere, farklı düşüncelerin ve karakterlerin bir arada var olabileceğini, uyumsuzlukların aslında birlikte olmanın bir parçası olabileceğini gösteriyor. Ayak İşleri, eğlenceli diyalogları, sürükleyici hikayesi ve karakterlerin gelişimi ile izleyicileri kendine bağlıyor. Vedat ve Evren'in maceralarını izlerken, izleyiciler de kendi yaşamlarında karşılaştıkları çatışmaları ve bu çatışmaların nasıl çözülebileceğini düşünme fırsatı buluyor. Dizinin sunduğu bu derinlik ve komedi karışımı, Ayak İşleri'ni diğer dizilerden ayıran en önemli özelliklerden biri olarak öne çıkıyor.

Yarın Yokmuş Gibi dizisi, hiç beklenmedik anlarda ortaya çıkan duygusal paylaşımlar üzerine kurulu bir hikaye sunuyor. İnsanlar, bazen tanımadıkları birine bile en gizli sırlarını rahatça açar ya, işte bu dizi tam da bu duyguyu işliyor. Hiç saklanmadan, olduğu gibi, en samimi haliyle kendini anlatmak! Bunu yaparken, bir an için her şeyin önemini kaybettiğini ve sadece anı yaşamanın verdiği hafifliği hissettiğini düşün. O anlarda, insanlar ne dertlerini saklar ne de içlerindeki duyguları bastırır. Gece boyunca anlatılan hikayeler, sabahın ilk ışıklarıyla birlikte sona erer ve geriye sadece paylaşılan o derin kelimeler kalır. Bu anlar belki de hayatımızda bir iz bırakır, belki de unutulur gider ama o anın samimiyeti asla unutulmaz. Dizide karakterler, hayatlarının farklı dönemlerinden gelip bir araya gelirler ve birbirlerine duydukları güvenle, tüm sırlarını ortaya dökerler. Bu, bazen ne kadar farklı olursak olalım, bir araya geldiğimizde ne kadar benzer duygular yaşayabileceğimizi gösterir. Hatta bu durum, arkadaşlık ve güven gibi değerlerin ne kadar önemli olduğunu yeniden hatırlatır. Dizide her karakterin kendine özgü bir hikayesi vardır ve bu hikayeler, birbirine bağlı olarak izleyiciyi derin bir duygu yolculuğuna çıkarır. Kimisi kalbinin en derin yerlerindeki korkularını, kimisi ise hayallerini anlatır. Gece boyunca yapılan bu samimi sohbetler, sabah olduğunda belki de hiç konuşulmaması gereken konuların bile açıkça dile getirildiğini gösterir. Dizi, insan ilişkilerinin karmaşıklığını ve bir gecelik paylaşımların bile bazen hayatlarımızda ne kadar büyük izler bırakabileceğini gösteriyor. O an yaşanan her şey, sanki yarın hiç gelmeyecekmiş gibi yaşanır. Ve bu da, belki de dizinin en büyük mesajıdır: Yaşam, paylaştıkça güzeldir ve bazen sadece anı yaşamak gerekir. Çünkü yarın belki de hiç gelmeyecek, öyle değil mi?

Bongomia, kimsenin bilmediği uzak bir ülkedir. Burada, hiç kimsenin pek de önemsemediği bir zamanda büyük olaylar yaşanır. Bongomia'nın kralı Thun aniden hayatını kaybeder. Ölümü herkes için şüphelidir. Ardından, tahtı devralan bir Prens vardır ama bu Prens'in adı bile yoktur! Çünkü ailesi ona isim verme zahmetine girmemiştir. İşte tam bu noktada Prens'in karmaşık ve macera dolu hikayesi başlar. Prens, krallığı yönetme konusunda hiçbir şey bilmez. Hem krallık işlerine alışmak, hem de çevresindeki tehlikelerle uğraşmak zorundadır. Üvey annesi, yengesi ve hain amcası onun en büyük sorunlarıdır. Onlar Prens'in başarısız olmasını isterler ve tahtı ele geçirmek için her fırsatı değerlendirirler. Prens ise bir yandan bu kişilerle mücadele etmeye çalışırken, diğer yandan da ülkesini korumaya çalışır. Prens, bazen yaptığı yanlışlar yüzünden zor durumlara düşer. Örneğin, yanlışlıkla Macarlar ile bir savaş başlatır! Aslında savaşmak gibi bir niyeti yoktur, ama yaptığı bir hata yüzünden işler bu noktaya gelir. Ancak Prens pes etmez. Kendisini ve ülkesini bu karmaşadan kurtarmak için elinden geleni yapar. Her zaman cesur ve kararlı olmaya çalışır. Fakat bu süreçte birçok komik ve eğlenceli olay yaşanır. Çünkü Prens'in işler pek de planladığı gibi gitmez. Bu hikaye, bir yandan güldürürken bir yandan da Prens'in büyüme sürecine tanık olmamızı sağlar. Üvey annesi ve hain amcasıyla olan çekişmeler, Macarlarla yaşanan maceralar ve Prens'in komik hataları Bongomia'nın hikayesini ilginç kılar. Prens, her ne kadar adı olmasa da, Bongomia'nın unutulmaz kahramanlarından biri olmayı başarır. Çünkü o, korkularına rağmen her zaman cesaretle ileri atılmayı tercih eder.

Mahsun, İstanbul'un kalabalık ve kargaşa dolu sokaklarında motokuryelik yaparak hayatını kazanmaya çalışıyor. Sürekli borçları biriktikçe, bu çıkmazdan nasıl kurtulacağını düşünüyor. Para bulmak zorundadır, çünkü yaşam şartları her geçen gün onu daha da sıkıştırıyor. Günlerden bir gün, içinde gizli bir yeteneği keşfediyor. Mahsun'un farkına vardığı bu yetenek, ona farklı bir kariyer fırsatı sunuyor: jigolo olmak! Kulağa biraz çılgınca geliyor olabilir, ama Mahsun'un bu yeni iş fikri belki de hayatını değiştirebilir. Kimin aklına gelirdi ki sıradan bir motokurye, bir anda bambaşka bir hayat tarzına adım atacak? Mahsun, bu yeni yolda yalnız değil. Onun bu "farklı" meslek serüveninde, başarısız reklamcı arkadaşı Leyla da yanında yer alıyor. Leyla, geçmişte işler pek yolunda gitmeyince kariyerinde geride kalmış biri. Ama şimdi Mahsun'un menajeri olma fırsatını değerlendirerek, yeniden hayatında başarı elde etmeye karar veriyor. Onun beceriksiz ama yaratıcı zekası, Mahsun'a bu yeni yolda yardımcı olacak. Tabii bu ikili, birçok komik ve beklenmedik durumla karşı karşıya kalacak. Mahsun ve Leyla'nın birlikte girdikleri bu tuhaf ve eğlenceli macerada, izleyiciler İstanbul'un farklı yüzlerini de görüyor. Mahsun, kendisine uygun müşteri ararken, Leyla da yaratıcı fikirleriyle bu yeni kariyeri ilginç bir şekilde pazarlamaya çalışıyor. Ancak iş, her zaman düşündükleri kadar kolay olmuyor. Mahsun'un bu yeni mesleği, onun hem komik hem de düşündürücü anılar biriktirmesine neden oluyor. Leyla'nın desteğiyle, bu zorlu ama macera dolu yolculukta, Mahsun belki de hayatını düzene sokmayı başarabilecek. Kimi zaman güldüren, kimi zaman düşündüren "Mahsun J" dizisi, izleyicilere farklı bir hikaye sunuyor. Hem İstanbul'un renkli yüzünü gösteriyor hem de iki arkadaşın zorluklara karşı verdiği mücadeleyi anlatıyor.